Turistik Kıta Sahanlığı

turistik kıta sahanlığı Simi
Tür (species):  Denizci
Popülasyon 1: Motoryatçı
Popülasyon 2: Yelkenci
Popülasyon 3: Guletçi
Popülasyon 4 :Balıkçı

Biliyorsunuz ya da bilmiyorsunuz, ben Motoryatçılar’dan gıcık kaparım. Her nasılsa, nöronlarım bu motoryat kelimesi ile petrol savaşları arasında bir bağlantı yolu kurmuş, resmen 8 şeritli otoban genişliğinde. Yani motoryat kelimesini duyduğum anda tüm varlığım kırmızı alarm kesiliyor. Bir savaş suçlusu ele geçirmişim de adalete teslim etme görevi bana verilmiş gibi, o anda kendimi kontrol edebilme düzeyime bağlı olarak sarkastik espriden, parmağı sallayarak itham, açıktan suçlamaya kadar yolu olan bir tepki çeşitliliği (diversity) içinde, komutanın emrini beklemeden, saldırıya geçebiliyorum.

Bu yazıdan Motoryatçılar alınmasınlar lütfen! Çünkü ben tek tek Motoryatçılar’dan değil “Motoryatçı tiplemesinden” bahsediyorum burada. Bir tipleme nasıl oluşur? Zihin bir temsiliyet oluşturana kadar indirger ve geneller. Gerçek hayattakı zengin insanlar ile Yeşilçam’ın “zenginleri” arasındaki benzerlik kadar bir şeyden bahsediyorum. Yine de kabul etmemiz gerekir ki bu Motoryatçı tiplemesinde ‘hah!” dedirten birşeyler de vardır:))

Bir kere bu motoryatçı puro içer, giyim kuşama pek bi ehemmiyet verir. Kıyafetler “kombin” ve “event”e uygun, ayakkabılar her daim pıspırıldır. Motoryatçı cümle içinde “şekerim, darling” türevinde soap opera hitap şeklini sıkça kullanır. “Event” esnasında “partneri”nin beline hafifçe sarılır. Bu jest oscar törenleri kırmızı halı fotoğraf çekimi sırasında Brangelina çiftinin kamera ile kurduğu kendinden emin ve prova edilmiş alçakgönüllü ilişkiyi andırmaktadır.

Marinaların çalışanları tekne sahiplerine hizmet verirken tekneyi görmeden, kim motoryatçı, kim yelkenci şıp diye anlarlar. Marina “on the job training” literatüründe buna “shoe and nail test” denir. Yani, ayakkabı ve tırnak yağ içindeyse Yelkenci, ayakkabı pıspırıl, tırnaklar manikürlü ise Motoryatçı.

Gelelim Yelkenci’ye. şimdi bu Yelkenci, Motoryatçıya gıcık olur. Sizi hatırlatma babında tekrar yazının ilk paragrafına davet ediyorum. Veee bingoooo! Bildiniz, ben bir Yelkenci’yim. Yani bu gıcık kapma durumum kişisel bir mesele değil; ait olduğum popülasyona (sailor population) dair bir özellik. Yelkenci, Motoryatçı’ya göre kendini daha bir doğaya yakın, çevreci, duyarlı, alçakgönüllü ve becerikli hisseder. Denizi kirleten de, dünyanın sınırlı kaynaklarını tüketen de, marina kültürünü deforme eden de, Yunan Adaları’nda fiyatları yukarı çeken de, dibinden geçip dalgasıyla keyfini kaçıran da, hep şu kendini bilmez, doğayı takmaz, paralı, şımarık ‘Motoryatçı’lardır.

‘Motoryatçı’ da ‘Yelkenci’ye gıcık olur. Yelkenci ona göre, yeterince zeki, çevik, planlı, iş bitirici olmadığı için parası da doğal olarak az olan, parası olmadığı için de motoryat alamamış kişidir. Kaptan tutacak parası da olmadığı için teknesi ile mecburen kendisi uğraşır durur. Hem HRM, yani insan kaynakları yönetimi de zayıftır.

Bu gıcık olma, takmama, küçümseme halinin arketipini şimdi hangisi olduğunu hatırlamadığım bir James Bond filminin kovalamaca sahnesinde bulabiliriz. Pek yakışıklı ve karizmatik James Bond abimiz, güney İtalya’nın manzaraya hakim virajlarında yine güzel ve alımlı bir genç hanım ile “bir dünya markası” sponsorluğunda, ön-sevişme tadında, otomobil yarışı yapmaktadırlar. Bu kelebekler misali uçuşan, son teknoloji ve son model “çift adayı” tam virajı alırken, saatlerdir yokuş yukarı kan, ter içinde tırmanan ‘çevreci’ bir bisiklet kafilesinin topunu birden rüzgarlarıyla kağıt gibi devirirler. Casting Motoryatçı’ya bırakıldığında bu sahnede kimin James Bond, kimin ezik bisikletli olduğu aşikardır.

Yelkenci kan, ter, yağ, kir, pas içinde bozulmuş motorunun iç organlarının derinliklerinde kaybolmuş, kör kuyularda merdivensiz kalmışken, Motoryatçı beyaz pantolonu ve beyaz marin loafer’ları ile, teknesinden – İngilizce isimli spor klübüne verdiği dolarların acısını hafifletecek gösterişli bir atiklikle- pontona sıçrar. Göz ucuyla ‘biz ayrı dünyaların insanlarıyız!’ sınırını zarif ama net bir şekilde koyarak, aynı atiklikle uçan halısına atlar ve ortamlara akar.

Gelelim Guletlere. Bunlar iki tiptir: haftalık kiralanan Mavi Tur tekneleri ve günübirlik ‘turist’ tekneleri. Bu tekneler genelde Bodrum yapımı olurlar.

Popülasyon: Guletçi
Alt popülasyon: Mavi Tur teknesi
Alt popülasyon: Günübirlik Turist teknesi

Haftalık kiralananlar genelde aile boyu ya da eş dost ile kafa dinlemek ve hiç bir şey ile uğraşmak istemeyen orta sınıfın tatil tercihini ifade eder. 90lardan sonra oldukça yaygınlık kazanmıştır. Gulet sakinleri, kaptan, aşçı, miço ve ‘misafirler’den oluşur. Guletçiler hem Motoryatçı, hem de Yelkenci’ye gıcık olur. Ayrıca kendi içlerinde birbirlerine gıcık olurlar.

Günübirlik tekneler yine kendi içlerinde kaptan, aşçı, miço ve son yıllarda daha yoğunluklu olarak imaj yönetimi zayıf Rus ‘turistler’den oluşur . Bu tekne sakinleri de hem motoryat, hem yelkenli, hem de mavi tur teknelerine; ayrıca kendi içlerinde de yine birbirlerine gıcık olurlar. Rus Kadın turistler sıcak denizlere inmenin, eğlenmenin yanısıra Antonio Banderas görünümlü lokal sevgili yapmak gibi bir yan amaç da güderler. Rus erkek turistler ise önce sevgiliyi yapıp, öyle sıcak denizlere inerler.

Popülasyon: Balıkçı
Alt popülasyon: Büyük Balıkçı
Alt popülasyon: Küçük Balıkçı

Balıkçı, hem Motoryatçı’ya hem Yelkenciye hem de Mavi Tur teknelerine, hem de günübirlikçi teknelere gıcık olur. Ona göre Motoryatçı’ymış, Yelkenciymiş oymuş buymuş farketmez; hepsi “aynı b..kun soyudur.” . Yelkenci’nin Motoryatçı’a gıcık olmasının sınıfsal temeli yoktur, daha çok ‘tercih okyanusunda yüzen büyük balıklar’ın birbirine yan bakması durumu söz konusu iken, Balıkçı’nın gıcık olmasının sınıfsal bir temeli vardır. Adam ekmek parası için didinirken, bikini ve uzun paçalı mayo ile tekne üstünde salınan hanım ve beylere attığı bakışın detaylarını aktarabilmek  bu yazının amacını aşar. Bu çok özel bakışın duygusal iklimine aşinalık kazanmak için, Emile Zola’nın Germinal romanı tavsiye olunur.

Balıkçılar da kendi içlerinde ikiye ayrılır: Büyük balıkçı ve küçük balıkçı. Bu alt popülasyonlar, büyük balık-küçük balık misali, kendi içlerinde birbirlerine gıcık olurlar. Küçük balıkçının ekosistemi ile bi alıp veremediği yoktur. Büyük balıkçı ise ‘benden sonra tufan’ öğretisini içselleşirdiğinden, ‘eko’nun gözünün yaşına bakmaz, ‘sistem’li bir şekilde yokeder.

Bir koyda demirleyen motoryat, yelken, mavi tur teknesi, günübirlik turist ve balıkçı teknesi arasındaki tekne manevraları, ve tekne kaptanların jest ve mimikleri üzerinden yürüyen ‘soğuk savaş dönemi turistik kıta sahanlığı diplomasisi’ nüansları, denizcilikten biraz anlayanlar için Çehov mizahı lezzetindedir.

Yukarıda teritoryal mücadele sürerken , aynı esnada denizin altında , sadece oltanın ucundayken yukarıdakilerin gündemine alınabilen, sistemli soykırımdan kurtulmayı başarmış orkinos, sinarit, kalkan ve kılıçbalığı, kendi türlerini nasıl devam ettirebilecekleri konusunda toplantı yapmaktadırlar. Sonuç bildirgesinde dertlerini lisan–ı münasip ile kaleme alırlar. Aşağıdakiler İngiltere’de centilmen veya lady okuluna gönderilmediği için, “Topunuzu s………m!!!!!!!!!!” ibaresi ile başlayan bu son derece akademik ve nitelikli metin, su kabarcıkları arasında kaybolduğu için -ne yazık ki!- Yukarıdakiler’e ulaşmayı başaramaz.

 

 

One thought on “Turistik Kıta Sahanlığı”

  1. omurmehmetnew@gmail.com
     · 

    A star is born misali a writer is born diyebileceğimiz durumla karşı karşıyayız. Haftada 3 yazı bekliyoruz, azı da çoğu da zarar verir.:))