“Sen kendi doğanı gözlemle, doğa sana gelecektir.”
Doğa her yerde. Doğa, bir kır manzarası, kentin dışında romantik dokunuşlarla dekore edilmiş bir tatil beldesi, bir mesire yeri, mangal sefası, fasulye deneyi, Afrika’da dürbünle safari, zirvesine bayrak dikmeyi hayal ettiğin Everest değil sadece…
Vikipedi’ye sorarsanız doğa, kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların hepsi, canlıların en geniş yaşam alanı…
Doğa şimdi ve burada. Yaşadığın kent de doğa. Lodos-poyraz, Boğaz’ın akıntısı, istavrit, martılar, Çengelköy’deki 600 yıllık çınar ağacı, erguvanlar, saksıdakı kasımpatlar, asfalttan arsızca başını uzatan ayrık otu da, yan komşu Kemal amcanın 52 senedir beslediği mahallenin kuşları, otobanda karşıdan karşıya geçmeye çalışan kirpi, barajlarla kuşatılmış akarsular da, yerin yedi kat dibindeki kömür de, deprem de doğa.
Ekohane, İstanbul’un merkezinde yaşayan iki çocuklu bir ailenin tırnak içindeki doğaya gitmek yerine yaşadıkları kentte, mahallelerinde, kedisi, köpeği, güvercinleri, salyangozları, ağaçları, komşuları, bakkalı çakkalı ile birlikte, nefes alabilmek, kenti ve kendi yaşamlarını beslemek, zenginleştirmek ve daha yaşanır kılmak için yaptıkları gözlemlerin ve edinilen deneyimlerin biriktiği ve paylaşıldığı alan, kentin ortasında küçük bir vaha.